Blog

Etik Nedir? Ne Anlama Gelir?

Etik Sözcüğünün Kökeni Ve Anlamı

Etik sözcüğü köken olarak eski yunanca bir sözcük olan ethos sözcüğünden gelir. Bu sözcüğün kökeninde ethika sözcüğü vardır. Buradaki ethika sözcüğü, ethos sözcüğünün çoğulu olan ethe’ye ilişkin konular anlamına gelir. Ethos’un çoğulu olan ethe, en eski anlamıyla söylenirse, “canlı bir varlığıın mekanı, hep gittiği, sığındığı yer” anlamına gelir. İlk anlamıyla “bir canlının barındığı, sığındığı yer, ortam” anlamına ethe tekili olarak ethos sözcüğü de karakter, huy demektir. Kökeninde bu anlamı taşıyan ‘etik’ sözcüğünün, daha sonra Batı dillerinde bir bilgi alanının, bir felsefe disiplininin adı olması, tekil olarak kullanılan ethos sözcüğündeki “karakter” anlamına dayanır. Kökenindeki anlamı bakımından “karakter” veya “huy” demek olan ‘etik’ sözcüğü aslında kişiye bağlı, kişiyle ilgili bir durumu, ona özgü olan bir yanı ifade eder. Çoğul anlamıyla ethos sözcüğü her ne kadar “bir grubun, bir topluluğun yaşama biçimini” de ifade edebilecek şekilde anlaşılmaya açık ise de, kökeni bakımından etik sözcüğünün asıl anlamı kişiyle ilgilidir. Örneğin etiğin temellerini atan filozof olarak kabul edilen Sokrates, sorgulanmamış bir yaşamın yaşanmaya değmediğini söylemiştir. Burada söz konusu olan şey, kişinin kendisinin ve kendisiyle ilişkisinin ne durumda olduğudur. Başka deyişle kişinin, kendinden yola çıkarak diğer insanlarla, dünyayla, yaşamla kurduğu ilişkileri gözden geçirmesinin, kendi hakkında bilgi edinmesinin, kendini bilerek yaşamasının önemi vurgulanır. Daha açık deyişle söylenirse, bunlar kişinin ne şekilde yaşadığı, ne yapıp ettiği, kararları, yaşamda nelere önem ve öncelik verdiği; bunların değerinin veya anlamının ne olduğu gibi günlük yaşamın içinde yer alan ve hepimizin bir şekilde ilişkili olduğu sorulardır. Bu bakımdan bir araştırma alanı olarak etiğin çıktığı nokta, insanın kendini bilmesiyle veya insan için “doğru” ve “iyi” bir yaşamın ne olduğu, “doğru” ve “iyi” yaşamın nasıl yaşanabileceğiyle ilgili sorulardır denebilir.

 

Etik ve Ahlak

 

 “Etik” ile “ahlak” kavramları arasındaki ayırıma dikkat etmenin önemi ilk bakışta anlaşılmayabilir. Hatta böyle bir ayırımın gereksiz olduğu bile düşünülebilir. Ama insan ve yaşamla ilgili soru ve sorunlara bu ayırımı dikkate alarak bakıldığında, söz konusu ayırımın önemi daha açık şekilde anlaşılabilir. Günlük yaşamda kişilerin hem dile getirdikleri düşüncelere ya da verdikleri yargılara hem de ortaya koydukları eylemlere bakıldığında, “ahlak” kavramının kişilere yeterince açık olmadığı görülür. Daha doğrusu “ahlak” kavramının içeriğine pek dikkat edilmediği veya üzerine düşünülmediği; dolayısıyla kavramın içeriği konusunda açık bir bilgiye sahip olunmadığı görülür. Genellikle kişilerin “ahlak”tan anladığı şey, belirli bir topluluğa, bir yere ve zamana bağlı “değerlilik ölçüleri” veya kurallar, ilkeler bütününden ibarettir. Geçerli olan ölçüt neyse ona göre “ahlaklı” veya “ahlaksız” eylemlerden, kişilerden; “etik veya “etik olmayan” davranışlardan söz edilebilir. Bu kavrayış biçiminde etik ile ahlak aynı şeyler olarak görülür. Her şeyden önce bu iki kavramın birbirinden farklı iki varolana işaret ettiğini belirtmek gerekir. Etik terimi yukarıda da denildiği gibi, bir bilgi alanına adlandırmıştır. Bu alan, felsefenin ilk ve temel alanlarından birisidir. Ahlak terimi ise tarihsel ve toplumsal nitelikli bir olguyu adlandırır. Görüldüğü gibi ahlak bir olgudur  ve geniş anlamda söylenirse, insanın toplumsal yanıyla ilişkili bir olgudur. Elbette ahlak da insanın var koşullarından biridir ve onun kültür dünyasının bir parçasıdır. Ancak, burada etikle ilgisi bakımından onun, yalnızca olgu olma özelliğine dikkat etmek gerekir. Bu ana özelliğiyle ahlak, filozofun kurup var etmediği, toplumda kendiliğinden varolan, ama filozofun yalnızca “bu nedir?” diye sorabileceği bir gerçeklik olgusudur. Bu soruyu sorabilmek ise etik alanının bilgisiyle olur. Demek ki ahlak, olgusal nitelikli bir var olandır, etik ise bilgisel niteliktir.

Etiğin Temel Soruları

 

Acaba etiğin kapsamına hangi konular girer ve etiğin temel soruları nedir? Genel olarak söylenirse, insan ve yaşamla ilgili her konu ve sorun etiğin kapsamına girer. Etiğin felsefenin temel alanlarından biri olması bundan dolayıdır. Eskiçağda doğayı ve varlığı araştıran Sokrates öncesi düşünürlerde bile, Demokritos örneğinde açıkça görüldüğü gibi, etik sorular ele alınmıştır. Gerçi etik henüz bir araştırma alanı olarak ortaya konmamıştır, ama o evrede bu durum diğer alanlar için de aynıdır. Etiğin başlı başına bir alan olması Sokrates, Platon ve özellikle Aristoteles’in çalışmalarıyla olmuştur. Eskiçağdan günümüze uzanan tarihinde etik, tarihsel dönemlere bağlı şekilde çeşitlenen farklı türden soruları ele almıştır. Başlı başına bir bilgi alanı olarak kurulduğu Eskiçağda etiğin temel sorusu pratik yönüyle söylenirse, “doğru, adil, iyi” anlamında mutlu yaşamın ne olduğu sorusudur. Teorik yönden dile getirilirse bu soru, “adalet nedir?”, “erdem nedir?” şeklinde araştırılmıştır. Bu araştırmada esas olan şey, yaşarken yaptıklarımızda eylediklerimizde “doğru” olanı bulmak için gereken bilgiyi elde etme çabasıdır. Burada filozofların ele aldığı sorular, “doğru” olanı yapmak, “doğru eylemde” bulunmak için nelerin gerektiği;  “erdemin bilgi olup olmadığı”, bilgiyse nasıl bir bilgi olduğu ve bu bilginin nasıl kazanılabileceği gibi sorulardır. Erdemin bilgi ile ilişkisinin ele alınması, “doğruluk” ile “adalet” arasında bir koşutluk düşüncesini getirmiş, “doğru” ya da “adil”, dolayısıyla da “mutlu” kişi olmanın koşulları araştırılmıştır.

 

Etiğin Önemi

 

Felsefenin en temel bir alanı olmakla birlikte etik felsefe tarihinin her döneminde aynı derecede önemli sayılmıştır. En parlak dönemi olan Eskiçağdan sonra uzun bir süre, yaklaşık 18. Yüzyıla kadar geri planda kalmış, hatta nerdeyse unutulmuş bir alandır. Rönesansta, bilindiği gibi insanın yeniden kendine yönelmesiyle, kendinden yola çıkan bilme çabasıyla başlayan bir kıpırdanışla etik yeniden önemli bir hale gelmiştir. Bacon, Descartes, Spinoza, Yeniçağda etiğin tekrar önem kazanması yönünde katkı sağlayan düşünürlerdir. Bacon, “iyi”yi dünyaya ilişkin bir kavram olarak incelemek ve etik araştırmalarda bilgiyi temel almak gerektiğini düşünmüştür. Descartes ise Eskiçağda Stoa Okulunun düşüncelerini özellikle “duygulanımlar” konusu bakımından yeniden ele almış, erdemler konusuna eğilmiştir. Spinoza ise Etika adlı bir kitap yazmıştır. Ancak, etiğin bu evrede yeniden önemli bir alan olarak tam anlamıyla ortaya çıkışı 18. Yüzyılda olmuştur.  İngiltere’de John Locke, Shaftesbury, Francis Hutcheson ve David Hume bu konuda önce gelen düşünürlerdir. Ama etiğin yeniden doğuşu ve gelişimi konusunda asıl dönüm noktası Almanya’da Immanuel Kant’ın çalışmalarıyla olmuştur. Etik önemli midir peki?  Önemliyse, hangi noktalarda, neden önemlidir acaba? Etik, felsefenin dört temel alanı arasında insanın kendisiyle doğrudan ilişkili olan tek alandır. Öyle ki diğer üç alan, aslında amaç bakımından etiği bağlıdır. Bu durum keyfi bir durum değildir. İnsanı diğer canlılardan ayrı kılan sırf ona özgü olan bir yanı vardır. O, doğada sadece canlı bir varlık olarak kalamaz. Kendine özgü bir canlı olmanın ötesine geçerek insan olmak zorundadır. Bu aslında onun toplumsal veya siyasal canlı olmasını da içerir. İşte bu yönü onun etik varlık olduğunun, zorunlu şekilde etik bir var olan olduğunun ifadesidir.

 

E-Bülten
Bültene Kayıt Ol
Kayıt olduğunuzda eğitimler ve yeni makaleler hakkında ilk siz haberdar olabilirsiniz.

Bir yanıt yazın