Dünyamızda verimli ya da verimsiz her sistem veya sürecin sonunda belirli bir atık söz konusu. Her ne kadar son yıllarda geri dönüşüm uygulamalarını farklı alanlarda görmeye başlamış olsak da bunun ne kadar etkili olduğu tartışılır.
En basitinden plastik ambalajlı ürünleri kullanmaya devam ediyoruz ve her ürün, kullanımından sonra çevreye bir atık bırakıyor. Elbette milyarlarca insanın yıllar içinde edindiği bir alışkanlık bu ve kısa sürede değiştirilmesi zor. Fakat tam bu noktada güzel bir örneği paylaşmak istiyorum sizinle.
Feel the Peel isimli portakal suyu otomatını duydunuz mu? Bu otomatın, geleneksel içecek otomatlarından çok büyük bir farkı var. Portakal suyu sıkıldıktan sonra geriye kalan kabuklar, cihaz içerisinde kurutulup 3D yazıcıda kullanılmak üzere filament çubuklara dönüştürülüyor. 3D yazıcı da bu filamentler ile plastik (biyopolastik) bardak hazırlıyor. Akabinde sıkılan portakal suları bu bardaklar ile servis ediliyor.
Dikkat ederseniz bu cihaz, klasik karton ya da plastik bardakları kullanmıyor ve sürecin sonunda ortaya herhangi bir atık çıkmıyor. Kapalı bir sistem var ve atık olarak nitelendirilen ürünler başka bir ürünü ortaya çıkarıyor. Son yıllarda bu tarz uygulamaların sayısı giderek artıyor ve karşımıza yeni bir tasarım yaklaşımı çıkıyor: “Cradle to cradle” yani “beşikten beşiğe”.
Beşikten beşiğe yaklaşımı ile üretilen bir ürünün üretim süreci sonunda ortaya sıfır atık çıkmalıdır. Bu yaklaşım, “döngüsel ekonomi” kavramı ile beraber de kullanılabiliyor son zamanlarda. Fakat döngüsel ekonomi, beşikten beşiğe kavramı ile beraber kaynak verimliliği, yaşam döngüsü, geri dönüşüm, endüstriyel simbiyoz gibi uygulamaları da içeriyor. İkisinin de ortak noktası, ortaya hiçbir şekilde atık çıkmamasını sağlamak. Çıkan atıklar, başka bir sürecin girdisi olmalı.
Peki bu yaklaşımı sürdürülebilirlikle mi, yoksa verimlilik ile mi ilişkilendirmek gerekir?
Enerji verimli ürünler ve hizmetler son yıllarda hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor. Örneğin, evlerimizdeki beyaz eşyaların üreticileri, enerji verimliliği sınıfını ürünlerin üzerinde belirtiyor. Benzinli ve dizel araç üreticileri, daha verimli motorlar üretmeye çalışıyor. Binalardaki ısı yalıtımı uygulamaları kışın kombilerin, yazın klimaların daha az çalışmasını sağlıyor.
Dikkat ettiyseniz bu örneklerin her birinde doğaya, çevreye, atmosfere atık bırakılmaya devam ediliyor. Beyaz eşyalar her ne kadar verimli olsa da termik santrallerde atmosferin karbondioksit bombardımanına tutulduğu bir prosesin sonucunda üretilen elektriği kullanıyor. Benzinli ve dizel araçlar sera gazı etkisi yaratacak gazları atmosfere salıyor her türlü. Kombiler az çalışsa da yine de doğal gaz yakıyor.
Bütün bu uygulamalar, verimliliği eskiye göre artırmış, doğayı daha az kirletmiş olsa da tam anlamıyla sürdürülebilir midir? Eğer sadece verimliliği esas alacak isek bu ürünleri kullanmaya devam edebiliriz. Gelişen teknoloji ile verimliliklerini zamanla biraz daha artırabiliriz. Tabii bu sefer de maliyetler artacağından ürünlere olan talep azalacatır. Burası çözülmesi gereken ayrı bir konu. Fakat en önemlisi, fosil yakıtlar tükendiğinde ne olacak?
Termik santralleri yenilenebilir enerji kaynakları ile; benzinli & dizel araçları elektrikli araçlar ile değiştirsek nasıl olur? Sınırlı fosil kaynaklar ile karşılaştırıldığında sonsuz diyebileceğimiz güneş ve rüzgar enerjisini kullansak mesela. Bu enerjilerle üretilen elektriği de elektrikli araçlarda kullansak… Şimdi bu tasarımı verimlilik mi yoksa sürdürülebilirlik başlığı altında mı değerlendirmemiz gerekir?
Daha Fazlası
- Zorla Çalıştırma Yoluyla Üretilen Ürünleri Yasaklayan AB Yönetmeliği
- CBAM Nedir?
- İklim Değişikliği Eylem Planı ve 2050 Ulusal Strateji Hedefleri